Takunyalı Bir Moliere’imiz Olsa..!

Takunyalı Bir Moliere’imiz Olsa..!

Kültür Edebiyat

Bilmem gerçekten söylemiş midir, yoksa tevatür müdür, İsmet İnönü’ye atfedilen bir söz vardır.

Demiş ki eski milli şefimiz: “Cumhuriyet tarihinde doğru dürüst bir adam yetiştirdik, o da takunyalı çıktı.“

İnönü bunu, merhum Erbakan Hoca için söylemiş.

Şimdi, şu dünyanın ve insanların hallerine bakınca benim de buna benzer bir cümle kurasım var.

Cumhuriyet tarihinde şöyle adam gibi hicvedecek bir Molière yetiştirdik, o da seküler çıktı.

Kimin için mi söylüyorum bunu?

Elbette Aziz Nesin için.

Bu komik, dramatik ve çoğunun da trajik olduğu halleri anlatmaya hangi memleketten ya da kimden mi başlayalım?

Doğal olarak Boss’dan, yani büyük patrondan..!

Amerika özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, kapitalist dünyanın lideridir.

Sağcı, dindar ve kapitalisttir.

Komünist ve Leninist Rusya’ya, Komünist ve Maoist Çin’e ve bunların her çeşidine karşıdır.

1970’lerde Türkiye’deki sağ-sol hareketlerinde SSCB, yani şimdiki Rusya solcuları, Amerika’da sağcıları destekleyip, gençlerimizi birbirine kırdırdılar.

Bu kanlı olayların mimarı olan ABD “bizim çocuklar” dediği askerlere 1980’de darbe yaptırıp, bir sağdan, bir soldan gencecik çocukları idam ettirdi ve ardından üniversitelerdeki komünist Kürt gençleri örgütleyerek, Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK) kurdurdu.

Ve Türkiye’de 80 yıl boyunca yine kendi teşvikleri, inkar, baskı ve zulümleri ile canından bezdirdiği acılı Kürt halkının içinden devşirdiği pırlanta gibi Anadolu çocuklarını PKK etrafında toplayarak eğitip, dönüştürüp, silahlandırıp dünyanın en azılı Marksist örgütünü oluşturdu.

Yani sağcı, Hristiyan dinine sıkı sıkıya bağlı ve kapitalist ABD, Marksist bir örgüt kurdu.

Bu Marksistler; PKK’sı, PYD’si, HDP’si, KCK’sı, YPG’si ile cümbür cemaat sağcı ABD’ye ram oldular, peşinden kuzu kuzu me’liyorlar.

Şimdi bu duruma bakıp da bize kahkahalar attıracak bir Molière veya bir Aziz Nesin gerekmez mi ?

Daha beteri de var:

Kuruluşu, ilkeleri, uygulamaları, iddiaları ile neredeyse bir asırdan beri ortanın solunda olan; teşkilatları, vekilleri, Türkiye’ye ABD’nin faşist ve katil olduğunu belleten sanatçıları, teorisyenleri, bürokratları ve dün sokaklarda devrimci marşlar söylemekten hançeresi yırtılan yazarları, çizerleri, gazetecileri, televizyoncuları ile CHP’liler ve onun, gençlik yıllarında azılı solcu devrimci olan Alevi meşrepli başkanı Kılıçdaroğlu yanına; sıkı ülkücü arkadaşların “Asenam” diyerek peşinden koştukları milliyetçi Akşener’i de alarak ABD başkanı Joe Biden’in direktif ve destekleri ile iktidara gelmek için ölümüne mücadele veriyorlar.

Şimdi bu duruma göre bir piyes yazıp, bize kahkahalar attıracak bir Molière gerekmez mi?

Daha beteri de var:

Birileri Sivas’ta 33 solcu yazar, şair ve edebiyatçının kaldığı oteli hunharca kundaklayıp, boğulmalarına sebep oldular.

İktidarda solcu SHP ve onun lideri Erdal İnönü vardı, başbakan yardımcısıydı, olay mahallinde toplanan kalabalıktan ön tarafta olan masumları gelişigüzel alıp, içeri tıktılar.

Sosyalist ve solcu maktullerin gerçek katillerini bulma konusunda yine sosyalist ve solcu olan İnönü kılını bile kıpırdatmadı.

1993 yılının Temmuz ayında meydana gelen bu meşum olayların ardından, mevcut Sivas Belediye Başkanı mütedeyyin Temel Karamollaoğlu, solcular tarafından her türlü çirkin hakaret ve saldırıya uğradı, akıl almaz aşağılama ve suçlamalar yaparak bu katliam tezgahını onun kurduğunu ileri sürdüler.

Sakallı olan Temel Bey’in sakalının kutsiyeti ile alay ettiler, inancına, itikadına ve hatta ailesine bile çok iğrenç iftiralar atarak onun, dumandan ölen 33 kişinin katili olduğunu iddia ettiler.

Ve katillikle suçlanan bu Temel Bey, ortada hiçbir ölümcül sebep yokken kalkıp tıpış, tıpış kendisini katillikle suçlayanların yanına gitti.

Şimdi bu, celladına sımsıkı aşık olma durumunu hicvedecek bir Aziz Nesin gerekmez mi?

Dahası da var:

Üç-beş kendi halinde adam var, onları pek kimse tanımıyor, fazla bir yetenekleri de yok, üniversitelerde kendi hallerinde çalışıp evlerini, çoluk çocuğunu geçindiriyorlar.

Siz bu adamların ellerinden tutup kimini bakan, kimini başbakan, kimini başbakan yardımcısı, kimini de cumhurbaşkanı yapıyorsunuz.

Tabi böyle olunca adamları, Türkiye ve dünya tanıyor.

Adamların alkışları, korumaları, resmi plakalı arabaları, hizmetçileri ve güçleri oluyor.

Sonra bu adamların azıcık nefsine dokunuluyor ve bir anda değişip, köpürüyorlar: “Kimse bize dokunamaz, biz güçlüyüz, zenginiz, yüksek makam ve mevkilerimiz var, bizi alkışlayan milyonlar var” diyorlar ve gücü, kudreti, makamı, alkışı kendilerinden vehmederek parti kurup, meydana çıkıyorlar.

Bir de bakıyorlar ki, aaa kimse yüzümüze bakmıyor, o şaşaalı hayat, alkışlar, makamlar falan da yok.

Bu panik havasıyla kimi partilerini kapatarak, kimi küçücük partileriyle birlikte; elbiselerini, davalarını, sırlarını, iddialarını bir tarafa fırlatıp atıyorlar; renksiz, kimliksiz ve iddiasız kalıyorlar, sonrasında hemen bir araya gelip, eski yüksek standartlı hayata kavuşmanın hayaliyle, kendilerini daha önce; “Gelmiş geçmiş en yeteneksiz bakan” olmakla, yobazlıkla, faşistlikle, gericilikle, katillikle, hırsızlıkla suçlayan solcuların şemsiyesinin altına sığınıyorlar.

Bir de bakıyoruz ki, CHP’nin yan yana dizilmiş altı okunu andıran fotoğrafta solcu Kılıçdaroğlu, İslamcı Karamollaoğlu, stratejik sağcı Davutoğlu, ülkücü Akşener, ırkçı-marksist Demirtaş ve liberal Babacan var.

Şimdi bu ibretlik fotoğrafa bakarak, bir kaç perdelik komedi yazıp bize kahkaha attıracak takunyalı bir Molière’e veya bir Aziz Nesin’e gerek yok mu?

 

Ferman Karaçam - Haber 7 


 

fermankaracam@gmail.com 

fermankaracam@twitter.com 

twitter.com/fermankaracam 

 

Paylaş