Kazakistan Olayları Vesilesiyle..

Kazakistan Olayları Vesilesiyle..

Kültür Edebiyat

Medeniyetimizi ayakta tutan sütunların bin bir türlü hile ve desiseyle parçalanarak ortadan kaldırılmasıyla birlikte, yani Osmanlı’nın bölünerek işgal edilmesiyle ve dağılan ülkelerin sözde bağımsızlık kazanmalarıyla başlayarak, her parçamızdan ayrı ayrı ıstırap sesi yükseliyor.

Miladi iki bin yirmi iki yılının ilk haftasına girdiğimiz günlerde de Kazakistan parçamızdan endişe verici haberler almaya başladık.

Kazakistan’da meydana gelen olayların son derece üzüntü verici olduğunu hepimiz kabul ediyoruz.

Fakat bana kalırsa, en az oralardaki olaylar kadar üzüntü verici başka sebeplerin olduğunu da bu vesilelerle görüyoruz ve ne yazık ki bunları es geçiyoruz, dikkate almıyoruz.

Üzerinde durulması gereken bu temel sorunları şöyle tespit edebiliriz:

Birincisi; Bizim bir medeniyetimizin olduğunu, bu büyük ve ihtişamlı medeniyeti savunan, ayakta tutan, erdemli ve ihtişamlı bir devletimizin olduğunu ve bu son ihtişamlı devletimizin Cemil Meriç’in deyimi ile, cenk meydanlarında olmayan yıkılışını ne yazık ki, çabucak unuttuk.

Üstad şöyle giriyor bu konuya: “ Batılılar maddeciliğine rağmen Hristiyandır; sağcısıyla, solcusuyla Hristiyan.

Hristiyan için tek düşman biziz: Haçlı ordularını bozgundan bozguna uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet.

Genç cüce, müselsel (zincirleme, peş peşe) zilletler sonunda ihtiyar devin zaaflarını keşfeder; ahde vefa, civanmertlik, merhamet… Aşağıdan alır, culûs çakar, yaltaklanır... Ve nihayet alt eder devi.

Cenk meydanlarında değil, yatak odalarında kazanılan bir zafer.“

Evet, savaş meydanlarına çıkılmadan kaybedilen bu namert savaşın yenik tarafı olarak bunu en çabuk unutanlar bizler olduk; bu unutkanlık her bir parçamızda meydana gelen acı olaylar kadar derin bir yaradır.

İkincisi; uygarlığımızın hamisi olan devletimizin parçalanmasının ardından kurulan cumhuriyetimizin, daha önceki parçalarıyla her türlü ilişkisinin kesilmesi; alfabenin değişimi ile birlikte genç nesillerin geçmişinden koparılması, uluslaşma sürecinin baskı ve şiddete, daha sonra inkara yönelmesi ve eski Türkiye’nin 80 yıl boyunca bu olumsuzlukları dayatmış olması, ayrıca, askeri ve polisiye gücünü Batıyla pakt ve anlayış olarak neredeyse paralel bir konuma oturtarak irtica, bölücülük, komünizm gibi sözüm ona tehditler bahane edilerek içeriye yönelik kullanması, dış tehditleri adeta yok sayarak savunma alanına yatırım yapmaması... Gibi sebeplerle Türkiye’nin tamamen Osmanlı’dan koparılan parçalarından, yani kardeş ülkelerden uzaklaşması sonucunu doğurmuştur.

Durum böyle olunca, bu ülkelerde olup biteni derinlemesine bilemiyoruz, yapılan yorumlar da hep sığ ve sathi oluyor.

Hatta yaşadığım bir olay bunu çok daha iyi anlatıyor.

1990’lı yılların başıydı, yeğenim Üzeyir’i ilkokuldan sonra yapılan bir sınav için bir Kur’an kursuna götürmüştüm.

Çocuklar içeride sınava başladılar, on-on beş kişilik veliler, kurumun bahçesinde hararetli bir tartışmaya başladılar, konu; SSCB dağıldıktan sonra ortaya çıkan Türki cumhuriyetleri ve Türk dünyası için yaklaşmakta olan altın yıllardı.

ABD ve Avrupa medyası hemen her gün konuyu manşetlere çekerek abartıyor ve bizim resmî makamlar, özellikle, Süleyman Demirel her konuşmasına, “ Adriyatik’den Çin Seddi’ne Türk Dünyası..” diye başlıyor, halkı coşturuyordu.

O gün bizim veliler de aynı frekansta heyecanlı bir tartışma yapıyorlardı.

Konuşmaları, yarım saatten fazla bir süre kenarda bir taşın üstünde oturmuş olarak sessizce dinleyen, kelli felli, kalpaklı, 50 yaşlarında efendice bir bey söze girdi ve dedi ki: “Bakın gardaşlar sizi uzunca bir zamandır dinliyorum, hepiniz çok haklı olarak, benim gibi büyük bir heyecan içindesiniz, çok şükür yıllardır bizi tutsak eden Rus zalimi dağıldı, kardeş devletler birer birer bağımsızlığına kavuşuyor. Fakat esas bundan sonra çok daha büyük sorunlarımız var. Ben Kazak Türkü’yüm, yıllardır oralarla irtibattayım; Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan.. Sürekli gider gelir, küçük çaplı ticaret yaparım.

Türkiye’deki yöneticilerimiz farkında değiller, Batı Türkistan dediğimiz bölgedeki cumhuriyetlerin hemen hepsinde Rus kadın popülasyonu çok yoğundur. Özellikle benim memleketim olan Kazakistan’da doğan üç çocuktan birinin annesi Rus’tur. Ayrıca Ruslar buralardan elini kolunu sallayarak gitmiyor, ajanlarıyla ve inançsız insanlarla besledi, yetiştirdi, doldurdular, yeni yetişenler ileride bela olacaklardır başımıza.

Dolayısıyla kalıcı çalışmalar yapılmalı, öyle hazırda şu kadar milyonluk inançlı ve milli duyguları olan bir Türk dünyası yok, buralar çok emek istiyor..”

Türkiye oralara bu emeği verdi mi?

Emin değilim.

Şu son, 15-20 yılı çıkarırsak, Türkiye 80 küsur yıl boyunca değil buralara, kendi sınırlarının bir kilometre dışına dahi dönüp bakmadı bile, öyle ya; yurtta sulh, cihanda sulh ninnisini temel felsefe yapmış bir ülkenin ne işi var ki Libya’da, Suriye’de, hele hele Kazakistan’da...?

Temelde, yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı bundan önce acı olayların yaşandığı “Müslüman Coğrafya” dediğimiz Tunus, Yemen, Afganistan ve hatta kulağımızın dibindeki Irak, Suriye gibi ülkeler hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız gibi Kazakistan hakkında da doyurucu bilgiye sahip değiliz.

Bu sebeple olacak ki; daha yeni yeni TİKA ve benzeri kurumlar vasıtasıyla ve Dışişleri Bakanlığı gibi resmî kanallarımızla kurulan ilişkilerle birlikte bizim gönülde, ruhta ve altı asır boyunca bedenlerimizle birlik olduğumuz ülkelerle yakınlaşıyoruz.

Bu yakınlaşmaların henüz kurumsallaşmaması dolayısıyla Kazakistan’da neler olduğu konusunda, bir TV kanalında Uluslararası Sosyal, Siyasal ve Sektörel Araştırmalar Platformu Başkanı İsmail Mansur Özdemir dışında doyurucu bilgiler alamadık.

Mesela şu sorunun cevabı yok: Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayey, yaklaşık 150 bin kişilik bir askeri ve polis gücüne rağmen, daha bu gücünü sahada kullanmadan, neden, hangi geçerli sebebe dayanarak alelacele Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü denen ve Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Belarus, Tacikistan, Kırgızistan’dan oluşan (CSTO) ve üstelik Ermenistan’ın dönem başkanı olduğu örgütü yardıma çağırdı?

Dahası, bin bir çile ile bağımsızlığını daha yeni kazanan bu ülkeleri tekrar yutmak için bahane bekleyen, emperyalist Rusya’nın bu amacını bile bile...!

Neyse ki, Kasım Tokayev dün sabah saatlerinde CSTO’nun iki gün sonra ülkeyi terk etmeye başlayacağını söyledi.

Dileyelim ki, Tokayev’in bu dediği olur ve Rusya Kazakistan’dan iki gün sonra çekilmeye başlar.


Ferman Karaçam - Haber 7 

 

fermankaracam@gmail.com 

fermankaracam@twitter.com 

twitter.com/fermankaracam 


 

Paylaş