Ayasofya Ne Değildir Ki?

Ayasofya Ne Değildir Ki?

Kültür Edebiyat

Evvela şunu belirteyim: Ayasofya Haniftir.

Muhtelif tarih kitaplarından öğrendiğimize göre, üçüncü ve bugünkü ihtişamlı yapılış şekliyle ; Peygamber (sav) Efendimiz’in dünyaya teşriflerinden bir müddet önce yani, miladi 532 Yılında yapımına başlanmış, yapımı beş yıl kadar sürmüş ve 537 Yılında da tamamlanmıştır.

Bu durumda, puta tapıcılıktan uzak, Hz. İbrahim’ın dini üzerine, Allah’ın (cc) varlığına, birliğine inanan, tevhid inancına bağlı kişiler tarafından yaptırılmıştır. 

Ayasofya, yaklaşık 1500 yıllık ömrü ile tarihin en büyük tanıklarından biridir. 

Bugün, bizim gördüğümüz Ayasofya üçüncü ve son şekildir yani, Ayasofya iki defa yıkılıp yapılmıştır.

Birincisi, üstü ahşap çatı ile kaplı olan ve miladi 360 yılında, İmparator Konstantios tarafından yapılan yapı. 

Bu yapı, 404 yılında çıkan bir halk ayaklanması sonucunda yakılıp yıkılmış. 

İkincisi, İmparator II. Theodosios tarafından 415 yılında yeniden inşa ettirilmiş ve bu yapı da, ahşap çatı ile örtülüymüş. 

İkinci yapı da tarihte “Nika İsyanı” olarak geçen, büyük bir halk ayaklanması sırasında tamamen yıkılmış.

Üçüncüsü, günümüzün Ayasofya’sının ise aynı yıl, yani, ikinci defa yıkıldığı 532 Yılında İmparator Justinianos tarafından yapımı başlatılmış, 537 yılında da bitirilerek ibadete açılmış.

Yapımı sırasında Suriye’den, Kuzey Afrika’ya, Anadolu’dan Mısır’a kadar tasvirli rengârenk mozaikler ile pembe, sarı, yeşil ve beyaz mermerler getirtilerek bugün gördüğümüz Ayasofya’nın dış ve iç yapısında kullanılmış. 

Ayrıca mozaiklerin yapımında çok miktarda pişmiş toprak, renkli taş cam, altın, gümüş gibi çok sayıda malzeme kullanılmış. 

Ayasofya; insanlığın yapılaşma tarihinde, mimari geçmişinde ve inanç kaynaklı medeniyet hafızasında ayrıca, dipdiri kalışı ve ihtişamıyla büyük bir anıt, muhteşem bir şaheserdir. 

Ayasofya’yı yani, Medeniyetimizin, Mescid-i Aksa’dan sonra ki en kutlu yapısını zincirlemek, yapılış gayesi dışında kullanmak, sadece Türkiye’nin değil, bütün bir İslam Dünyasının hem ayıbı ve hem de günahıdır.

Zira dediğim gibi o, sadece bize, fethin bir armağanı değildir, aynı zamanda yapılışından itibaren Haniftir, Müslümandır. 

Kaldı ki Ayasofya, Sultan Fatih’ten, Abdülmecid’e kadar bütün sultanların özenle üzerinde titrediği bir mabet olmuş ve 500 yıl minarelerinden ezan okunmuştur.

M.Kemal’in bir tek emri ile ve hala net olarak açıklanamayan sebep ya da sebeplerle, 1935 Yılında, bu büyük ve tarihi Mabet müze olarak kullanılmaya başlamıştır.

Hıristiyan Alemi, eski tabiri ile Frenk Dünyası bu karardan son derece memnun ve mutlu olmuştur.

İçimizdeki Frenk hayranları da, hiç fırsatı kaçırmaz, bu Ulu Mabedin içinde düşüncesizce, edepsizce ve insanımızı derinden yaralayan proğramlar yaparlar.

Ayasofya’nın içinde, bundan birkaç gün önce yapılan edep dışı davranışlardan dolayı biz, Mü’min insanlar olarak elbette, sokaklara çıkıp kırıp dökmek isteyenlerden değiliz ve olmayacağız da. 

Sabrediyoruz.

Sabrediyoruz çünkü; biliyoruz ki, bu günler milletimizin, dinimizin tarihde karşılaştığı zor günlere, fecr-i kâzip olarak adlandırılan günlere tıpatıp benziyor. 

Amerika, “Suriye’den gidiyorum” diyerek, İslam Dünyasının ayakta kalmış iki ülkesinin yani, Türkiye ve İran’ın arasına, Irak’a, daha güçlü bir şekilde yerleşiyor, Rusya ise parçalandıkça ufalanan bu coğrafyadan pay aldıkça semiren leş yeyiciler gibi sinsice zaman kazanıp, zaman kolluyor.

Doğrusunu söylemem gerekirse; böylesine zor bir zamanda Ayasofya gündeme gelince, bir yandan korkuyorum, diğer yandan içimi güçlü bir umut kaplıyor. 

Umutlanıyorum çünkü, Ayasofya’nın, her yandan kuşatıldığımız bugünlerde, negatif bir sebeple de olsa gündeme gelmesi; belki de onun, aslına dönüşü, büyük Usta Sinan’ın minarelerinden 84 yıl sonra gürül gürül ezanların yeniden okunuşu için bir hazırlık safhasıdır.

Umutlanıyorum çünkü biz, vaktin en karanlık anında döner tarihe bakarız ve biliriz ki; Kudüs’de Mescid’i Aksa neyse, İstanbul’da da Ayasofya odur.

Biri mübarek bedenine, diğeri kutlu Peygamberimizin mübarek diline mazhar olup kurtulmuştu. 

Geriye, bir Selahaddin Eyyûbi, bir de Fatih Sultan kalıyor.

Bu coğrafya, şehit kanlarının bereketiyle harmanlanmıştır; çıkıp gelecekler, sabrediyoruz.

Ferman Karaçam - Haber 7 

 fermankaracam@gmail.com 

fermankaracam@twitter.com 

twitter.com/fermankaracam 

facebook.com/fermankaracam 

 

Paylaş