Yusuf Karaca'dan İkbal'in eşsiz eserine farklı bir yorum

Yusuf Karaca'dan İkbal'in eşsiz eserine farklı bir yorum

Kültür Edebiyat

 Yazar Yusuf Karaca, Üstad Muhammed İkbal'in Cebrail'in Kanadı kitabından ilhamla Muhammed İkbal'in eşsiz eserini yeniden tahlil etti.

Karaca'nın Ravza Yayınları'ndan çıkan Cebrail'in Kanadından İlhamlar ve Muhammed İkbal isimli eseri ilgili görmeye devam ediyor.

YAZARIN KALEMİNDEN İKBAL

İkbal'in dizelerini okurken İslam itikadına aykırı ve iman çizgisinden dışarı taşmış gibi bir kanaat uyandıran sözlerinin tam tersine çok derin ve vecdli bir imanın, kabına sığmayan cezbenin bir eseri olduğunu diğer sözleri ve ifadeleri kanıtlar.

Muhammed İkbal, bizim Mehmet Akifimize benzer. İslam aşkı, millet sevgisi, tenkidleri, teşvikleri ve coşkuları hep aynıdır. Akif, bir İslamcı şairdir, İman ve İslam şairidir. Ama Muhammed İkbal gibi batı kültürü ile de yetişmiş değildi. İkbal batı kültürünü, felsefesini araştırmış, geçerli tenkidler yapmış, felsefe ve hukuk doktorası yapmış biridir. Haddimizi aşarak söylersek İkbal, Akif'den çok daha derinlikli bir şair, çok daha geniş ufuklu bir düşünürdür. Ama her ikisini üstün kılan yön her ikisinin de hayat ve hedeflerini İslama bağlı kılmalarıdır.

KİTABIN ÖNSÖZÜ

İmam-Hatip okulunun lise bölümünü okumak üzere kaydımı İstanbul'a naklettiğimde bu dergiye ve ilgili eserlere merakım arttı ve ben de, Pakistan ve Hindistan Müslümanlarına derin bir sevgi doğdu ve hatta bu, hayranlık şeklini aldı. 1956'lı yıllar idi. Ali Nihad Tarlan Hocamızın, Peyâm-ı Meşrık = Şarktan Haber tercümesi ya­yınlandı. Doğrudan tercüme olan bu eseri kendimden geçercesine okudum. İçinde beni heyecanlandıran dizeler olmasına rağmen bu yalın tercüme, benim düzeyimdeki o günün insanlarına İkbal'in o coşkun bir sel gibi akan duygularını, mesajlarını, felsefesini, dilek ve temennilerini tam olarak aklımıza ve kalbimize akıtamıyordu. Ama yine de içindeki o İslâmî cezbe ve mesaj susuz insanları canlı tutacak kadar iman ve İslam damarlarımızı ıslatıyordu.

1957-1958 eğitim yılı döneminde İmam-Hatip lisesini bitir­diğimizde bize Türkiyede yüksek tahsil yapma hakkı verilmediği için Hindistan'da yüksek İslâmî eğitim veren NEDVE (İslam İlimleri Akademisi)de yüksek öğrenim yapma daveti aldım ve 1959 yılının başlarında Pakistan yoluyla Hindistan'a gittim. Yolum ünlü Lahor şehrinden geçti. Burada beş gün kalarak Hind-Moğol (Hınd-Türk) imparator uğunun ilim, kültür sanat şehri olan Lahor'da İkbal'in mana ve iman fışkıran o ışıltılı mezarını ziyaret ettim. Tattığım o manevi huzur hala hafızamda tatlı bir hatıralar rüzgan gibi eser du­rur. Nedve; İslam İlimleri Akademisi olarak hâlâ koca Hindistan'da İslam ı canlı tutmaya çalışan bir iman, İslam ve ilim ırmağı gibidir. Uzun zamandan beri 2000 yılına kadar bu akademinin genel baş­kanlığını yürüten dünya çapında bir ilim ve İslam mücahidi olan Ebul-Hasan Nedvî Hazretleri aynı zamanda büyük bir İkbal hay­ranı olduğu için benim M. İkbal'e olan aşk ve vecdimi daha da alev­lendirdi. Nükûş-ı İkbal adlı eserini Türkçeye çevirmemi çok istedi ama ne yazık ki, şu ana kadar bu gerçekleşemedi. (Diğer pek çok önemli eserlerini tercüme edip yayınlattığım için herhalde ruhu benim bu eksikliğimi bağışlar. Çünkü o bana hep "Sen benim ma­nevi oğlumsun" buyururdu.)

1970 yılında İkbal'in Urduca yazdığı en önemli eseri olan (Bâl-i Cibril) adlı kitabını tercüme ettim. Ord. Prof. Dr. Ali Nihâd Tarlan Hocamız bu eseri çok beğenmiş ve bir önsöz yazarak hayran kal­dığını belirtmişti. Ama eser basılırken sorumsuz biri, şiir havasına uysun diye sanki yeniden kendisi düzenliyormuş gibi değiştirmeler yapmış. O dili bilmeyen biri olarak kitap üzerinde nasıl bir tahrip ve tahrif yapıldığını akıl ve bilim sahibi kimseler tahmin edebilir. Seneler boyu İkbal'in eserlerini ana dilinden okuyan ve Urdu dili edebiyatına az çok vakıf olan biri olarak, Bâl-i Cibril'i yeniden ele almayı uygun gördüm.

Bu konuda eserin daha çok yararlı olması için, M. İkbal’in me­sajı, duyguları ve felsefesi Türk okuyucusu tarafından daha iyi an­laşılsın diye gazellerine, dizelerine, ifadelerine açıklık getirilmesi gerektiğini düşündüm. İkbal gibi derin bir düşünce denizin dibine dalıp oradaki incileri, mücevherleri ve hâzineleri yukarı çıkarma­nın haddimin, gücümün çok üstünde bir yetenek gerektirdiğini es­kiden beri içimde duyan biriyim. O bakımdan İkbal üzerinde derin araştırmalarıyla ün yapmış kişilerin eserlerini inceledim. Özellikle ünlü bilim ve edebiyat adamı Gulâm RasÛl Mihr beyin "Metalib-i Bâl-i Cibril'inden ve İkbal'in yakın dostlarından Prof. Yusuf Selim Çeşti'nin "Şerh-i Bâl-i Cibril'inden çok yararlandım. Öyle zanne­diyorum ki, bu izahlar ve açıklamalar eserimize büyük bir değer kazandırdı.

Anna Maria Schimmel (bir Alman oryantalisti), İkbal'in en önemli farsça yazılmış eseri Câvidnâme'yi hem tercüme ve hem de şerh yaparak bir bankanın kültür yayınları serisinde yayınlat­mıştır. Ben bu eseri de 1958 yıllarında temin etmiş ve okumuştum. Bana İkbal'den hiçbir şey aktarmadı ama kendi kafasına göre H. Ali Yücel'in de düzeltme ve yönlendirmeleriyle sunulan bu eserde İkbal'in pek çok mesajı yön değiştirmiş hatta bana göre koyun pos­tunda maymun sunulmuştur. İkbal'in; M. Kemal ile ilgili tenkid- leri özellikle post içindeki suratı gösterir gibidir. İşte bu tecrübe­lerimizden dolayı ömrümün birikimini katarak, en güvenilir ilim ve iman erbabının kalemlerinden de faydalanarak okuyucuya ko­laylık olsun diye İkbal'in Bâl-ı Cibril adlı eserine yorumlar, açık­lamalar getirdim.

Bir de bu eserin baş tarafına İkbal'in hayat hikayesini ekledim. Bence bu bölüm bu eser için çok önemli ve gerekli idi. Çünkü; bu güne kadar M. İkbal'in hayatı ile ilgili bilgiler üç dört sayfa tutma­yacak kadar kısa ve çok yetersizdi. Önemli insanların hayatı, onun kişiliğinin, bedeninin, ruhunun bir aynası gibidir. O kişinin sözle­rinin, fikirlerinin rengi ve duygularının akım gücü onun bu hayat geçidinde yansır. 0 bakımdan İkbal'in hayatına ve onun yaşanmış kişiliğine ayna tutmak istedik ve 1960 yılında okuyup hayran kal­dığım Abdüsselâm Nedvî'nin İkbâl-i Kâmil isimli eserinden Ebul Haşan Nedvîn'in "Nükûş-ı İkbal"inden ve bazı kaynaklardan ya­rarlanarak nisbeten özet denebilecek ama doyurucu bilgiler sun­dum ki, bu kadarı dahi Türkçe okuyuculara İkbal'i daha iyi tanı­tacaktır.

İkbal'in dizelerini okurken İslam itikadına aykın ve iman çizgi­sinden dışarı taşmış gibi bir kanaat uyandıran sözlerinin tam ter­sine çok derin ve vecdli bir imanın, kabına sığmayan cezbenin bir eseri olduğunu diğer sözleri ve ifadeleri kanıtlar. M. İkbal, bizim M. Akifimize benzer. İslam aşkı, millet sevgisi, tenkidleri, teşvik­leri ve coşkuları hep aynıdır. Akif, bir İslamcı şairdir, İman ve İs­lam şairidir. Ama M. İkbal gibi batı kültürü ile de yetişmiş değildi. İkbal batı kültürünü, felsefesini araştırmış, geçerli tenkidler yap­mış, felsefe ve hukuk doktorası yapmış biridir. Haddimizi aşarak söylersek İkbal, Akif den çok daha derinlikli bir şair, çok daha ge­niş ufuklu bir düşünürdür. Ama her ikisini üstün kılan yön her iki­sinin de hayat ve hedeflerini İslama bağlı kılmalarıdır.

M. İkbal'in anlattıklarını anlamak için ya batı ve doğu edebi­yatına, kültürüne çok iyi vakıf olmak gerekir veya en azından bu bilgileri aktaran eserlerden yararlanmak gerekir. Bir de İkbal'in kendine özgü terim ve tabirleri vardır. Bu tabirleri derinlemesine bilmeden o dizelerin zevkine, hazzına ulaşılamaz. Bunu göz önüne alarak Bali cibrilin açıklamalarına başlamadan önce, bu tabir ve terimlerde İkbal'in ne kastettiğini açıklayan küçük bir bölüm ekli­yoruz. Umarız ki; bu noktada şimdiye kadar böyle bir önemli açık­lama yapılmadığı için eksik de olsa bizim bu açıklamamız okuyu­cuya çok yararlı olacaktır. Gönül ve düşünce zengini, akıl ve bilgi erlerinin; bu naçiz eserimize yapıcı tenkidler yönelterek bizi daha iyiye ulaştırmaya yardımcı olmaya davet ediyorum. Çünkü bilgi damlacıkları, birike birike insan içinde doyurucu bilgi gölü haz­nesi oluşturur. Her şey; ancak Allah'a hamd, peygambere aşk ile huzur ve sürür içinde sonsuzluğa uçar. İman, aşk ve dava ehline selam olsun.

Yusuf KARACA

 

Paylaş