Eylül Hüznüne Yolculuk

Eylül Hüznüne Yolculuk

Kültür Edebiyat

Yıllardan sonra ilk kez bu yıl sonbahar gibi bir sonbahar yaşadık. Şöyle gerçekten ılık, sonbahara benzeyen. Yağmur sonbahar yağmuru gibi. Güneş sonbahar güneşi gibi. Ağaçlar, deniz, kuşlar, martılar, bulutlar hepsi ve her şey sonbahara özgü uzun zamandan sonra.

Farkında mısınız?

Yıllardan sonra ilk kez bu yıl sonbahar gibi bir sonbahar yaşadık. Şöyle gerçekten ılık, sonbahara benzeyen. Yağmur sonbahar yağmuru gibi. Güneş sonbahar güneşi gibi. Ağaçlar, deniz, kuşlar, martılar, bulutlar hepsi ve her şey sonbahara özgü uzun zamandan sonra.

Son birkaç yıldır Eylül'de, Ekim'de yağan yağmurların ardından ya havalar kış gibi soğuyor ya da kar serpiştiriyordu. Son günlerde yağmur yağıyor ardından soğuk bastırmıyor. Yağmur ılık, rüzgâr ılık, hava ılık; tam sonbahar gibi yani. Fark ettiniz mi bunları peki? Fark ettinizse ne güzel, etmedinizse ne fena!

Aslında ben de yeni fark ettim ve hemen "en yakınımda bulunan" birkaç kişi ile paylaştım bunu. İçlerinden biri hariç. Diğerleri; "he he, hıı, yaa, öyle mi, sahiden, yok canım ben hiç farkında değilim..." gibi cevaplar verdiler.

Siz böyle durumlarda nasıl olursunuz, hangi atmosferden hangisine, hangi frekanstan hangisine, hangi moddan hangisine geçersiniz bilemem ama sonuçta moda tabirle bir mor olma durumu yaşarsınız ya da yoksa ben mi her şeye "Fransız kaldım" dersiniz. Hatta bir süre iç geçirirsiniz, sonunda "duyargaçlarınızı" çeker oturursunuz oturduğunuz yere. Bir burukluk bir hüzün hali, bir yalnızlık, hatta biraz da pişmanlık hali yaşarsınız geriye dönük olarak.

Ve yine geriye dönük olarak hayıflanmalar, hatıra tazelemeler, muhasebeler ve yanık kokusu gibi bunaltıcı, boğucu bir şeyin gelip göğsünüze oturması. Peki, insan ne ister? İnsan nasıl bir şey ister ki yanık kokusu sarmasın etrafını.

Sanırım çok şey değil, hatta hiçbir şey değil sadece, armoniyi paylaşmak. Dinlemek, dinlenmek. Anlamak, anlaşılmak. Eşyadan yansıyan, doğadan ve doğal olandan yansıyan hatta haykırarak yansıyanı, yansınanları okumak. Anlamak. Anlamaya çalışmak. Hepsi bu kadar mı? Değil değil, bu kadar değil tabi ki.

Bir de şu var; bu sonbahar diğerlerinden farklı olarak çok yoğun bir hüzünle geldi. Bu açıdan da sonbahar gibi yani. Her sonbahar etrafınızda hüzün kol gezmez mi? Güneş parlaklığını, etkisini yaz günlerinde ki özenini yitirir, bulutlar fazlalaşır gökyüzünde, sular serinler, toprağın ısısı azalır. Hele ağaçlar. Ağaçlar yaşar sonbaharı aslında ve ağaçlar yansıtır, ağaçlar yaşatır, ağaçlar haber verir sonbaharı bize. Meyveler, dallar, yapraklar, çiçekler hepsi birden kimi sessizce, kimi feryat figan içinde bir veda töreni ile gözden kaybolurlar. Ayrılık vakti gelmiştir. Gelmiştir de "geldim" dememiştir size. Ansızın yanı başınızda bitivermiştir.

Ama bütün bu her sonbahar olanlara bir de ayrılık ve ölümler eklendi benim çevremde. Normal her zaman olabilenden daha fazla ölüm ve daha fazla ayrılık. Böyle bir sonbahar işte bu yıl ki. İnsan ne istiyor peki? Mavi seferlerin vaktidir kalbim desin, diyebilsin. Ama olmuyor, olamıyor işte.

Fakat çok acıtıcı olanı şu ki insan alışıyor galiba. Bir mühendis arkadaşım kendi teknik bilgilerini de konuşturarak insanın en duyarlı madenler gibi farklı çevreye ve farklı iklime karşı önce deriden başlayıp diğer tüm metabolizma ile direndiğini, sistemini korumaya çalıştığını anlatmıştı uzun uzun. Yani sıcağa ya da soğuğa karşı önce otomatik olarak kendini ve sistemini korumaya alıyor insan. Sonunda soğuk ya da sıcak ortamın uzunluğuna göre bünyede ona alışıyor. Üzücü olanda işte burada başlıyor. İyilik, kötülük, acı da alıştırıyor kendisine bünyemizi. Bu da bana büyük bir acı veriyor. Çünkü çevremizde öyle çok kötülük var ki!

Yok mu?

İstanbul'da trafiğe çıkın, siz de görürsünüz bunu.

Ferman Karaçam

https://twitter.com/fermankaracam

 

Paylaş