Kalem ve Sorumluluk

Kalem ve Sorumluluk

Kültür Edebiyat

Söz uçmuyor. Her şey bir denge ve düzen içindedir. Söylediğimiz sözler eğer bizden daha evvel söylenmiş ise hiçbir işe yaramadığını sanmamalı.

Söz uçmuyor.

Her şey bir denge ve düzen içindedir. Söylediğimiz sözler eğer bizden daha evvel söylenmiş ise hiçbir işe yaramadığını sanmamalı.

Her sözün yeri ve zamanı vardır.

Söylediğimiz sözler eğer bizden daha evvel söylenmiş ise çok önemli bir görevi yerine getirebilir.

Bazı sözler ilk söylendiğinde çok büyük tesirler meydana getirebilir. Bazı sözler yıllar sonra anlaşılabilir. Bazı sözleri düzeltmek çok zordur, büyük tahribat yapar.

Bazı sözleri de solmayan bir gül buketi gibi taşır dururuz asırdan aşıra.

Mesela şunun gibi: “Söz ola kestire başı, söz ola durdura savaşı”.

Kalem, sözlerimizi kayda geçen büyük bir araçtır. Söylenen sözler büyük ve güçlü sözlerse o sözleri yazan kaleme; “güçlü kalem” deriz.

Güçlü kalem boş durmamalı, gücünü ortaya koymalıdır.

Çünkü günümüzde güçlü kalemlere ihtiyacımız var.

Bu sebeple güçlü kalemlerimizden biri şöyle der: “Kalem yazmak zorundadır”.

Evet, kalem yazmak zorundadır. Yazması gereken; işlek, güçlü, verimli, sıcak, yumuşak, sevimli, uyanık, dostunu düşmanını bilen, aydın, vefakar... kalemler mutlaka yazmalıdır, yazmak zorundadır.

Güçlü ve verimli bir kalemin yazması ne kadar önem taşıyorsa, yazan bir kalemin sorumluluğunu fark etmesi “çalakalem” yazmaması daha da önemlidir.

Hatta denebilir ki; bir kalem ne kadar güçlü olursa olsun eğer o kalem sorumluluğunu taşımıyorsa yazmasından, güç gösterisinde bulunmasından ise yazmaması daha hayırlıdır.

Çünkü kalemin güçlülüğünden dolayı elde edilecek faydalar sorumsuzluktan dolayı getireceği zararların yanında zerre kadar önem taşımayabilir.

Peki, ama bir kalemin sorumlu mu sorumsuz mu olduğunu nasıl anlayacağız?

Evet, işte soru budur.

Bu soruyu bir kalem sahibi kendisine çok sık sormalıdır.

Çünkü söylemiştik: Kalem kayda geçirir.

Kalem sahibi, diyelim, soruyu kendisine sık sık sorduğu halde bir türlü hak ve hakikatle değerlendirildiği zaman hala sorumluluğunu idrak edemiyorsa ve tam tersine sorumluluğunun bilincinde olduğu, yazdıklarının çok yerinde şeyler olduğunu söylüyorsa o zaman ne yapmak lazım?

İşte bu büyük facianın önüne geçmek için;

Birincisi: Kalem tutanların az yazmasıdır, her yazdığını kısa bir zaman içinde meydana yani gün yüzüne, çıkarmamalıdır.

İkincisi: Kalem sahibi kalemini -günümüzde- içeriye dönük olarak tutmamalı, dışarıya dönük tutmalı.

Çünkü malum kalemlerin uçları sivridir.

Bir üçüncüsü de: yazan insanlar, yazdıklarına ayırdıkları vakitlerden çok daha fazlasını okumak için ayırmalıdırlar.

Yukarıda her sözün yeri ve zamanı vardır demiştik.

Bazı sözler altın değerinde sözler olabilir, ama yerinde ve zamanında söylenmezse, bu sözler altın değerinde iken bakır bile olamaz ve belki zararlı bir meta haline pekâlâ dönüşebilirler.

Yaşadığımız dönem İslâm ümmeti açısından oldukça hassas bir dönemdir.

Uzun bir tarih dönemi İslam ümmeti zaman-insan bağlantısı açısından kopukluk yaşandığı bir süreç geçirmiştir.

Şimdilerde dünyanın her yerinde bir diriliş bir ayağa kalkış gözlenmektedir.

Evet, bu süreç önemli ama bu süreç içinde bazı ülkeler de bazı ülkelere göre dünya konjonktürü, hâkim güçler ve stratejiler dikkate alındığında daha da önemlidir.

Mesela Türkiye (b) ülkesine göre birçok bakımdan çok daha önemlidir.

Dolayısıyla Türkiye’deki diriliş ve ayağa kalkış da (b) ülkesine oranla daha yakından, daha dikkatle takip edilecektir.

Öyle ise Türkiye’nin dirilişinde rol alanlar, söz söyleyenler, yazı yazanlar Türkiye’yi izleyen ve yakından takip edenlerden daha dikkatli olmak mecburiyetindedirler.

Bu bir tarihi sorumluluktur.

Bu sorumluluğu yerine getirmeyenler, bunun bedelini bu dünyada ödemezlerse öte tarafta kurtulacaklarını sanıp, sorumsuzluklarına birtakım kılıflar uydurarak bedel ödemeyecekleri zannına kapılmamalıdırlar.

Unutulmamalıdır ki; bizim birikimimiz, bizim tarihimiz düşmanlarımızın bile açıkça ifade ettikleri gibi uçsuz bucaksız zenginlikler içermektedir.

Bu birikimden faydalanması gerekenler ise doğal olarak o birikimin mirasçıları yani bizleriz.

Aslında bazen tarihe bile bakmaya gerek kalmadan, günümüzde ibret alınacak birçok olaylar vardır.

Mesela, Afganistan’a gözlerimizi kapatarak, olmamış yaşanmamış gibi kabul ederek mi bakacağız?

Afganistan’da öldürülen binlerce insanın kanının bedelini kim ödeyecek;

kendisini Gülbeddin Hikmetyar dan daha Müslüman sanan Burhanettin Rabbani mi?

Yoksa kendisinin Burhaneddin Rabbani den daha Müslüman olduğunu iddia eden Gülbeddin Hikmetyar mı?

Yüzlerce, binlerce, on binlerce öksüz, yetim, dul, muhacir, aç, susuz ve çıplak insanın sorumluları nasıl hesap vereceklerdir acaba?

Sorumluluk bazı dönemlerde, başka bazı dönemlere göre çok daha fazla önemli duruma gelebilir.

Bugün, sorumluların; kalem sahiplerinin, mikrofon sahiplerinin sorumluluklarının farkında olmalarını gerektirecek tarihi bir dönemeçten geçiyoruz.

Söz uçmaz, bazen bir ok gibi saplanır insanın bir yerlerine.

Bazen duvarlar örer insanların arasına.

Bazen yıllar sonra patlayacak bir ortamın dinamitlerini ekiverir temellere.

İşte bu dinamitleri temellere ekenler, Müslümanlar arasında kardeşlikten başka duyguların gelişmesine zemin hazırlayanlar hesap gününün çok zor olacağını unutmadan yazmalıdırlar.

Ferman Karaçam

https://twitter.com/fermankaracam

 

Paylaş